Günümüzde ülkemizde yaşanan yüksek enflasyon, paranın değerini hızla düşürmekte ve alacaklıların uğradığı zararı katlamaktadır. Pek çok kişi veya şirket, tazminat davalarında alacaklarının geç ödenmesi nedeniyle faiz ile karşılanamayan enflasyon farkı kadar ek zarara uğradığını fark etmektedir. İşte tam bu noktada hukuk sistemimizde aşkın zarar (diğer adıyla munzam zarar ya da ek zarar) kavramı büyük önem taşımaktadır. Son dönemdeki ekonomik dalgalanmalarla birlikte, mahkemelere yansıyan tazminat taleplerinde aşkın zarar iddiaları oldukça artmıştır. Bu makalede, enflasyon koşulları bağlamında aşkın zarar kavramını detaylı ancak anlaşılır bir şekilde ele alıyoruz. Aşkın zarar nedir, Türk Borçlar Kanunu’nda nasıl düzenlenmiştir, yüksek enflasyon ortamı bu davaları nasıl etkilemiştir, Yargıtay’ın son içtihatları hangi yöndedir, aşkın zararın ispatı nasıl yapılır ve davacılar nelere dikkat etmelidir gibi soruların cevaplarını bulabilirsiniz.
Aşkın zarar, en basit ifadeyle, bir para borcunun zamanında ödenmemesinden dolayı alacaklının uğradığı ve kanuni temerrüt faizi ile tam olarak karşılanamayan ek maddi zarardır. Diğer bir deyişle, borçlunun temerrüde düşmesi (borcu vadesinde ödememesi) sonucu alacaklının malvarlığında, işleyecek gecikme faizinin ötesinde bir kayıp meydana geliyorsa, bu munzam zarar olarak adlandırılır. Hukuki literatürde “munzam” kelimesi “aşan, ek” anlamlarına gelir; yeni Türkçe’de “aşkın zarar” terimi aynı anlama gelecek şekilde kullanılmaktadır. Uygulamada her iki ifade de eş anlamlıdır ve ek zarar kavramını karşılar.
Aşkın zarar kavramını daha net anlamak için, öncelikle temerrüt faizi kavramına kısaca değinmek gerekir. Temerrüt faizi, bir para borcunun vadesinde ödenmemesi halinde, borçlu tarafından gecikilen süre için kanunen ödenmesi gereken faizdir. 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizi Kanunu’na göre, taraflarca daha yüksek bir faiz kararlaştırılmamışsa, borçlu temerrüde düştüğünde her geçen gün için belirlenen yasal faiz oranında temerrüt faizi ödemek zorundadır. Temerrüt faizi, alacaklının gecikme sebebiyle uğradığı zararların bir kısmını telafi etmeyi amaçlar. Ancak ekonomik istikrarın bozulduğu dönemlerde, özellikle enflasyonun yüksek olduğu şartlarda, sadece temerrüt faizi alacaklının zararını karşılamakta yetersiz kalabilir. Paranın değer kaybı, faiz oranını aştığında alacaklı fiilen zarara uğrar.
Aşkın zarar, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK)’nda açıkça düzenlenmiştir. TBK 122. maddesi (kenar başlığıyla “Aşkın zarar”) şu hükmü içerir: “Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.”. Görüldüğü üzere kanun, alacaklının faizle karşılanamayan zararını ayrıca talep etme hakkını tanımış ve borçlunun bu zararı da ödemesini şart koşmuştur (borçlu ancak temerrüde düşmede kusursuz olduğunu ispat edebilirse sorumluluktan kurtulabilir).
Bu düzenlemenin kaynağı, eski 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 105. maddesidir. Eski kanunda da benzer şekilde, “alacaklının düçar olduğu zarar geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette, borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir” hükmü yer alıyordu. Dil farklılıklarına rağmen, eski BK m.105 ve yeni TBK m.122 özünde aynı ilkeyi barındırır: Para borcunun geç ödenmesi yüzünden faizle telafi edilemeyen bir zarar varsa, borçlu bunu da ödemek zorundadır.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, aşkın zararın sadece para borçları için gündeme gelebilmesidir. Para borcu niteliğinde olmayan edimler (örneğin bir şey yapma veya verme borcu para haricinde ise) için temerrüt faizi kavramı uygulanamayacağı gibi, aşkın zarar talebi de söz konusu olmaz. Borcun kaynağı ise önemli değildir: Sözleşmeden, haksız fiilden, sebepsiz zenginleşmeden veya kanundan doğan herhangi bir para alacağı için borçlu temerrüde düşerse aşkın zarar talep edilebilir.
Ayrıca aşkın zarar, hukuken maddi zarar kapsamındadır. TBK’nın 50. maddesi genel olarak tazminatın kapsamını düzenler ve zarar görenin uğradığı gerçek zararın (fiilî kayıp ve yoksun kalınan kârın) tazmin edilmesini öngörür. İşte aşkın zarar da, faizle karşılanamayan ek maddi kaybın telafi edilmesi olduğundan, TBK m.50 ve 51’deki ilkeler çerçevesinde değerlendirilir. Yargıtay da kararlarında, munzam zararın bir tazminat alacağı niteliğinde olduğunu ve uğranılan ek zararın miktarının TBK m.50-51’e göre hakkaniyetle belirlenmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Aşkın (munzam) zarar talep edebilmek için şu koşulların bir arada olması gerekir:
Para borcunda temerrüt: Borçlu bir para borcunu vadesinde ifa etmeyerek temerrüde düşmüş olmalıdır. (Borçlu temerrüdü için kural olarak alacaklının ihtarı veya vade tarihi gerekir.)
Faizle karşılanamayan zarar: Alacaklının, işleyecek temerrüt faizinden daha fazla miktarda bir maddi zararı doğmuş olmalıdır. Başka bir deyişle, temerrüt faizi alacaklının zararını karşılamaya yetmemiş, arada bir fark kalmış olmalıdır.
Borçlunun kusuru: Borçlu, borcunu zamanında ödeyememe konusunda kusurlu olmalıdır. TBK m.122, borçlu aleyhine bir kusur karinesi getirmiştir; yani borçlu, kusursuz olduğunu ispat etmedikçe aşkın zarardan sorumlu olacaktır. (Örneğin ödeme gecikmesi borçlunun kusurundan değil mücbir sebep ya da alacaklının kendi kusurundan kaynaklanıyorsa munzam zarar istenemez.)
İlliyet bağı: Borçlunun temerrüdü ile alacaklının uğradığı ek zarar arasında uygun bir neden-sonuç ilişkisi olmalıdır. Yani ortaya çıkan zarar, borcun geç ödenmesi nedeniyle meydana gelmiş olmalıdır.
Yukarıdaki şartlar gerçekleşmişse, alacaklı uğradığı aşkın zararı borçludan talep edebilir. Manevi zararların ise munzam zarar kapsamında istenemeyeceğini belirtelim; konu tamamen maddi zararlarla ilgilidir.
Aşkın zarar ile faiz ve enflasyon arasındaki ilişki, bu kavramın özünü anlamak bakımından kritik bir konudur. Normalde, bir para alacağının geç ödenmesi halinde alacaklıya kanunen temerrüt faizi ödenmesi, gecikmenin yol açtığı zararı telafi etmeyi amaçlar. Ancak faiz oranları, özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde alacaklının gerçek zararını karşılamaya yeterli olmayabilir. Örneğin, yasal temerrüt faizi yıllık %9 iken enflasyon yıllık %30 ise, alacaklının parası enflasyon karşısında erimiş ve uğradığı değer kaybının büyük bir kısmı faizle telafi edilememiş demektir. Aradaki %21’lik fark, alacaklının enflasyon farkı zararına işaret eder ve bu kayıp aşkın zarar kapsamında talep edilebilir.
Dolayısıyla, enflasyon oranının temerrüt faizini aşması, aşkın zarar iddialarının en yaygın dayanaklarından biridir. Paranın satın alma gücündeki azalma, alacaklının malvarlığında fiili bir kayıp yaratır. Temerrüt faizi sadece kanunun öngördüğü sabit bir oranda ilerlerken, enflasyon çok daha yüksek seyrediyorsa alacaklı, parası zamanında elinde olsaydı sahip olacağı alım gücünü kaybetmiş olur. Bu kayıp da maddi bir zarardır. Yargıtay kararlarında da vurgulandığı üzere, enflasyon, paranın değerini düşürerek satın alma gücünü azaltan ve faizle karşılanamayan en yaygın zarar türüdür. Özellikle ekonomik kriz ve yüksek enflasyon dönemlerinde, borçlunun temerrüdü yüzünden alacaklının uğradığı değer kaybı ciddi boyutlara ulaşabilir.
Şu hususu da belirtmek gerekir ki, temerrüt faizi her koşulda öncelikle talep edilir ve alacaklıya ödenir. Aşkın zarar ise, faiz ödense dahi giderilemeyen bakiye zararı ifade eder. Yani alacaklı temerrüt faizi ile yetinmek zorunda değildir; zararının daha büyük olduğunu somut verilerle gösterebiliyorsa, faiz üstü zararını da isteyebilir. Nitekim TBK m.122, “temerrüt faizini aşan zarar” ifadesiyle, zararın bir kısmının faizle karşılanabileceğini, ancak aşan kısım kalırsa bunun da istenebileceğini açıkça düzenlemiştir. Bu, borçlunun geç ödeme yüzünden haksız kazanç sağlamaması ve alacaklının da tam olarak korunması amacıyla öngörülmüş bir haktır. Enflasyonun paranın değerini eritmesi, borçlunun geç ödeyerek kazanç elde etmesine, alacaklının ise zarara uğramasına yol açar. Aşkın zarar tazminatı, bu adaletsiz durumu dengelemeye hizmet eder.
Örnek: Diyelim ki bir şirketten alacağınız 100.000 TL, Ocak 2022’de ödenecekti fakat ödenmedi. Yasal temerrüt faiziyle 2022 boyunca yaklaşık %15 faiz işlemiş olsun. Ancak 2022 yılında enflasyon oranı %70 civarında gerçekleşti. Bu durumda yıl sonunda alacağınızın faiz dahil getirisi 115.000 TL iken, enflasyon etkisiyle paranın alım gücü 170.000 TL’ye çıkması gerekirdi. Aradaki 55.000 TL fark, sizin faizle karşılanamayan fiili zararınızdır. İşte bu fark, aşkın zarar talebinin konusunu oluşturabilir. Mahkeme, gerekli verileri ve uzman hesaplarını kullanarak bu zararı belirleyebilir ve borçludan tahsil etmenize karar verebilir (elbette diğer şartlar da mevcutsa).
Türkiye’de son yıllarda yaşanan ekonomik dalgalanmalar ve özellikle yüksek enflasyonist ortam, aşkın zarar taleplerini hiç olmadığı kadar gündeme getirmiştir. Enflasyonun hızla yükseldiği, döviz kurlarının dalgalandığı bu dönemlerde birçok borçlu, borcunu uzun süre geciktirerek fiilen avantaj elde etmekte; alacaklılar ise yasal faiz alsalar dahi tam anlamıyla korunamamaktadır. Bu durum, uygulamada munzam zarar davalarının sayısını artırmıştır. Özellikle 2021-2023 arasında enflasyonun çok yüksek seyretmesiyle birlikte, gerek tüketici alacakları gerek ticari alacaklar alanında pek çok alacaklı, uğradığı ek zararı tazmin ettirmek amacıyla mahkemelere başvurmuştur.
Yüksek enflasyon dönemlerinde Yargıtay da bu konudaki içtihatlarını gözden geçirmek zorunda kalmıştır. Normal şartlarda ekonomik istikrar varken, temerrüt faizi çoğu zaman alacaklının zararını büyük ölçüde karşılar ve munzam zarar iddiaları sınırlı kalırdı. Ancak enflasyonun gündemde olmadığı ve döviz kurlarının istikrarlı olduğu dönemlerde doğmuş alacaklar için ispat yükü farklı olsa da, enflasyonist dönemlerde durum değişmektedir. Yargıtay’ın da ifade ettiği üzere, ülkedeki genel ekonomik koşullar alacaklının zararına doğrudan etki eder ve yüksek enflasyon ortamında paranın değer kaybetmesi, kaçınılmaz olarak alacaklıyı etkiler. Nitekim devlet bile kendi alacaklarını enflasyona endeksleyerek koruma yoluna gitmektedir; böyle bir ortamda alacaklıların yalnızca faizle yetinmeye zorlanması hakkaniyete aykırı görülmektedir.
Bu sebeple, özellikle 2022 ve sonrasında mahkemeler önüne gelen davalarda, alacaklılar enflasyon farkından doğan zararlarını daha yüksek sesle dile getirmeye başlamıştır. Uygulamada genellikle, ana alacak ve yasal faiz için icra veya dava yoluna gidildikten sonra, alacaklılar tahsilatın geciktiği döneme ilişkin uğradıkları ek zarar için ayrı bir munzam zarar davası açabilmektedir. Bazı durumlarda ise, devam eden davalarda talepler ıslah yoluyla artırılarak aşkın zarar da birlikte talep edilmektedir. Yasal mevzuatımız, bu konuda esneklik tanır: TBK m.122 gereğince, eğer faizle karşılanamayan zararın miktarı henüz görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, alacaklının istemi üzerine hakim esas dava ile birlikte buna da karar verebilir. Belirlenemiyorsa, alacaklı daha sonra ayrı bir dava açarak hakkını arayabilir. Strateji olarak, alacaklının davasında munzam zararı ayrıca talep edeceğini önceden belirtmesi (yahut ana davada saklı tutması) isabetli olacaktır.
Aşkın zarar konusunda Yargıtay da son yıllarda pek çok karar vermiş, hatta daireler arası farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Yargıtay 11. ve 13. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu (HGK) kararları, munzam zarar taleplerinin kaderini belirleyen en önemli içtihat kaynaklarıdır. Bu bölümde, bu kararların güncel eğilimlerini özetleyeceğiz.
Öncelikle, geçmişte Yargıtay’ın yerleşik yaklaşımı alacaklının munzam zararını somut delillerle ispatlaması gerektiği yönündeydi. Yani alacaklı, genel ekonomik koşullar ne olursa olsun, kendi özelinde faizle giderilemeyen bir zarar kalemini ortaya koymalıydı. Sadece enflasyonun yüksek olması tek başına munzam zararın oluştuğunun kanıtı sayılmazdı. Bu yaklaşım, alacaklının gecikmeden dolayı finansal sıkıntıya düşüp daha yüksek faizli kredi kullanması, başka bir borcunu ödeyemediği için cezai şart ödemesi gibi somut durumlar arıyordu. Genel ekonomik olgular (ülkedeki enflasyon oranı, döviz kuru artışı v.b.) tek başına munzam zararın kanıtı olarak kabul edilmiyordu. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2007 tarihli bir kararında da, “soyut ekonomik olgular, aşkın zararın varlığını göstermez” denilmiştir.
Ancak ekonomik koşulların olağanüstü hale gelmesi ve alacaklıların ciddi hak kayıplarına uğraması, Yargıtay’ın bazı dairelerini bu katı tutumu yumuşatmaya yöneltmiştir. Dikkate değer bir gelişme, Anayasa Mahkemesi’nin 2017 yılındaki bir bireysel başvuru kararında, alacağını geç alan kişinin enflasyon karşısında uğradığı değer kaybının giderilmemesinin mülkiyet hakkının ihlali olarak görülmesidir. Bu karar sonrasında Yargıtay’ın bazı daireleri yaklaşımlarını değiştirmeye başlamıştır.
Örneğin, Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2018 yılında verdiği emsal bir kararda (E.2017/2736 K.2018/1742), o güne kadarki somut ispat gerektiren uygulamadan kısmen vazgeçmiştir. Kararda, ülkemizde yaşanan ve herkesçe bilinen enflasyon olgusu sürdüğü sürece, alacaklının BK 105/1 (TBK 122) anlamında munzam zararını kanıtlama zorunluluğundan ayrılmak gerektiği ifade edilmiştir. Daire, enflasyon baskısının sürdüğü dönemlerde bunun artık maruf ve meşhur vakıa (bilinen ve ispat gerektirmeyen olgu) niteliğinde olduğunu, dolayısıyla genel ispat kuralından ayrılarak soyut ispatın yeterli kabul edilebileceğini belirtmiştir. Bu görüşe göre, özellikle yüksek enflasyonun yaşandığı ve enflasyon oranının temerrüt faizini aştığı dönemler için alacaklıdan ayrıca somut zarar delilleri sunması aranmamalıdır. Yargıtay 15. HD’nin bu kararı, munzam zararın hesaplanma yöntemine dair de yol göstermiştir: Her yıl gerçekleşen enflasyon oranları, bankalardaki mevduat faizleri, devlet tahvili faizleri, döviz kurlarındaki değişimler ve diğer yatırım araçlarının getirileri dikkate alınarak uzman bilirkişi marifetiyle gerçek zararın belirlenmesi gerektiği açıkça ifade edilmiştir. Bu, mahkemelere adeta bir rehber niteliğindeydi.
Ancak bu gelişme sonrasında Yargıtay daireleri arasında tam bir içtihat birliği sağlanamamıştır. Bazı kararlar halen zararın somut olarak ispatını aramaya devam etmiştir. Nihayetinde konu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (YHGK) önüne gelmiştir. YHGK, 29.03.2022 tarihli bir kararında (E.2021/11-938 K.2022/401) munzam zarar konusunda ispat eşiğini netleştirmiştir. HGK bu kararında, Anayasa Mahkemesi’nin mülkiyet hakkına vurgu yapan yaklaşımından kısmen ayrılarak, Yargıtay’ın geleneksel görüşünü teyit etmiştir. Karara göre, aşkın zararın talep edildiği durumda alacaklının yine somut vakıalara dayalı ispat yükü bulunmaktadır; sadece enflasyon yüksek diye otomatik olarak zarar oluşmuş kabul edilemez. HGK, genel ekonomik olumsuzlukların (yüksek enflasyon, döviz kurlarındaki dalgalanma, faiz oranlarındaki artış vs.) tek başına alacaklının şahsi zararını ispatlamaya yetmeyeceğini açıkça belirtmiştir. Dolayısıyla munzam zararın kanıtlanması için, davaya özgü somut vakıalar ve geçerli deliller sunulması gerektiği vurgulanmıştır. Bu karar, alacaklının özel durumunu ortaya koymasını şart koşan önceki Yargıtay içtihadının korunduğunu göstermektedir.
HGK kararının ardından, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi başta olmak üzere daireler bu çerçevede kararlar vermeye başlamıştır. Bununla birlikte, Yargıtay 11. ve 13. Dairelerin güncel kararları, yüksek enflasyon koşullarını tamamen göz ardı etmeyip bilirkişi incelemeleriyle zararın tespitine yönelmektedir. Örneğin, Yargıtay 11. HD’nin 2019 tarihli bir kararında (E.2018/1512 K.2019/3201), mahkemece yapılması gerekenler ayrıntılı şekilde sıralanmıştır: Borçlunun temerrüde düştüğü tarihten ödemenin yapıldığı güne kadar geçen her yıl için yıllık enflasyon oranları, bu oranın eşya fiyatlarına yansıması, mevduat ve devlet tahvili faiz oranları ile döviz kurlarındaki değişimler dosyaya getirilmeli; gerekiyorsa resmi kurumlardan bu veriler araştırılmalı; ardından uzman bir bilirkişi aracılığıyla paranın bu dönemdeki değer kaybı ve alım gücü azalması nedeniyle alacaklının uğradığı zarar belirlenmelidir. Karar devamında, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ortamın etkileriyle herkesin etkilendiği dikkate alınarak bulunan miktarın TBK 50 ve 51. maddeler çerçevesinde değerlendirilmesi, daha sonra da alacaklının tahsil ettiği temerrüt faizi tutarının bu miktardan düşülerek alacaklının munzam zararının olup olmadığının ve miktarının tespit edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu şekilde somut hesaplamalar yapılmadan hüküm kurulması, Yargıtay tarafından eksik inceleme görülüp karar bozulmuştur.
Görüldüğü gibi, Yargıtay 11. Dairesi alacaklının enflasyon kaynaklı zararını ortaya koymak için kapsamlı bir bilirkişi analizi istemektedir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi de son yıllarda benzer davalarda önemli kararlar vermiştir. 13. Daire, geçmişte (örneğin 1990’larda) yargılamanın uzamasından kaynaklı gecikmelerde borçlunun kusuru olmadığını vurgulayarak munzam zararı reddeden kararlar vermişti. Ancak günümüzde 13. Daire de yüksek enflasyon nedeniyle para borcunun geç ödenmesinin zaten bir zarar karinesi oluşturabileceğine işaret eden değerlendirmeler yapmıştır. Özellikle 2022 yılında verdiği bazı kararlarda, enflasyonun yüksek seyrettiği dönemlerde temerrüt faizinin zararı karşılamaya yetmeyebileceğini kabul ederek, alacaklının talebinin ciddi şekilde incelenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bununla birlikte, 13. Daire de nihai olarak somut tespitler yapılmasını şart koşmaktadır. Yani alacaklının gerçekten zarar gördüğünü, örneğin parasını zamanında alamadığı için finansal açıdan hangi kayba uğradığını (enflasyon karşısındaki kayıp dahil) raporlarla ortaya koymak gerekecektir.
Özetle, Yargıtay’ın güncel içtihadı iki uç yaklaşım arasında dengelenmiştir: Yüksek enflasyonun etkisi inkar edilmiyor, ancak alacaklıdan somut veriler sunması bekleniyor. En yeni kararlarda mahkemeler, enflasyon dönemlerinde munzam zarar talebini ciddiye alarak dosyayı buna göre incelemeli, fakat alacaklının da zararını detaylı biçimde hesaplatıp kanıtlaması gerekiyor. Bu yaklaşım, hem alacaklının hakkını korumaya hem de haksız talepleri önlemeye yöneliktir.
Aşkın zararın ispatı, bu davalardaki en kritik meseledir. Çünkü mahkemeyi ikna edebilmek için alacaklının gerçekten faizle karşılanamayan bir kaybı olduğunu ortaya koyması gerekir. Uygulamada bu ispat genellikle bilirkişi raporları ile sağlanır. Mahkemeler, dosyaya konu alacağın vadesi, geç ödeme süresi ve bu süre içerisindeki ekonomik veriler ışığında, uzman bilirkişilere hesaplama yaptırır. Yukarıda değindiğimiz üzere, bilirkişi; ilgili dönem için TÜFE (enflasyon) oranlarını, ÜFE oranlarını, döviz kuru değişimlerini, mevduat faiz oranlarını, devlet tahvili faizlerini ve gerekiyorsa diğer finansal göstergeleri dikkate alarak, alacaklının parasının geç ödenmesi nedeniyle uğradığı gerçek zararı hesaplar. Bu hesaplama yapılırken, alacaklıya zaten ödenmiş olan temerrüt faizi miktarı da düşülerek net munzam zarar tutarı bulunur.
Örneğin, alacaklı gecikme nedeniyle kendi borcunu ödemek için bankadan %30 faizle kredi almak zorunda kalmışsa, bu somut bir zarar kalemidir ve belgelendirilebilir. Yine alacaklının parasını zamanında alamadığı için yatırım fırsatlarını kaçırması veya enflasyon nedeniyle alım gücünün düşmesi de hesaplanabilir. Yargıtay’ın işaret ettiği gibi, alacaklının kanıtlaması gereken soyut enflasyon olgusu değil, kendisinin bizzat uğradığı somut kayıptır. Bu somut kayıp da çoğu zaman en iyi biçimde ekonomik verilerin ortalamalarıyla ortaya konulur.
Bilirkişi raporları hazırlanırken taraflar da kendi görüş ve itirazlarını sunabilir. Alacaklı taraf, raporun gerçekçi bir zarar hesabı yapması için gerekli tüm verilerin dosyaya sunulduğundan emin olmalıdır. Örneğin, dava konusu alacak döviz cinsindense kur değişimleri önem kazanır; Türk Lirası ise enflasyon ve faiz makası ön plana çıkar. Bilirkişi, ülke ekonomisindeki koşulları gözeterek alacaklının parasının gecikme süresince uğradığı değer kaybını belirlemelidir. Bu süreçte resmi kurumların açıkladığı veriler kullanılır (TÜİK enflasyon oranları, TCMB faiz oranları gibi) ve hesaplar objektif bir temele oturtulur.
İspat konusunda dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, alacaklının kendi mali durumu ve davranışlarıyla da zararını şekillendirebileceğidir. Örneğin, alacaklı geciken ödeme yüzünden bir başka borcunu ödeyemeyip temerrüde düşmüş ve ceza ödemişse, bu da munzam zarar kapsamına girer ve belgelerle ispatlanabilir. Ya da alacaklı, parasını alamadığı için şirketini döndüremeyip iflas etme noktasına geldiyse, bu durum bile dolaylı zarar olarak değerlendirilebilir. Her halükarda, somut delil ve belge sunulması esastır. Sadece “enflasyon yüksek, zarar ettim” demek yeterli olmayacaktır.
Yargıtay’ın son kararları, genel ekonomik verilerin tek başına soyut kalacağını, mutlaka davacının durumuna özgü somut vakıaların ortaya konulmasını şart koşuyor. Ancak burada “somut vakıa” ifadesi, illa ki alacaklının özel bir hikayesi olmasını gerektirmez; ekonomik verilerin davaya uygulanmış somut hesaplaması da somutlaştırma sayılır. Örneğin bilirkişi raporu, “davacının alacağı 2019’da 100 TL idi, 2022’de ödendi; bu süre zarfında enflasyon %X olup paranın değeri reel olarak Y TL’ye geriledi, oysa temerrüt faizi ile alacak Z TL oldu, aradaki fark Q TL davacının munzam zararını oluşturur” şeklinde bir somut hesap ortaya koyarsa, bu ispat için yeterli kabul edilebilir. Önemli olan, mahkemeye rakamlarla ve verilerle desteklenmiş bir zarar tablosu sunabilmektir.
Son olarak, borçlu tarafın da ispat imkanından bahsedelim. TBK m.122 gereği, borçlu kusursuz olduğunu ispat ederse munzam zarardan kurtulabilir. Uygulamada borçlular genellikle “enflasyon herkes için var, bu alacaklının özel bir zararı değildir” şeklinde savunmalar yapmaktadır. Ancak yüksek enflasyon dönemlerinde bu savunma tek başına sonuç vermez; zira enflasyonun herkes için olması, alacaklının zararını ortadan kaldırmaz. Borçlunun daha etkili bir savunma yapabilmesi için örneğin gecikmede kendi kusurunun olmadığını gösterebilmesi gerekir (mücbir sebep, ödeme yasağı, alacaklının ödemeyi almaktan kaçınması gibi durumlar). Yahut alacaklı zaten geç ödeme kabulüne razı olmuşsa veya zararı azaltacak bir davranış sergilememişse bunlar ileri sürülebilir. Ancak genel olarak munzam zarar davalarında ispat yükü ağırlıklı olarak alacaklıdadır; borçlu da ancak kusursuzluk veya zararın aslında oluşmadığı yönünde kanıt sunarak kurtulabilir.
Aşkın zarar, temerrüt faiziyle birlikte mi talep edilir?
Evet. Aşkın zarar, alacaklının kanuni temerrüt faizi dışında kalan zarar kalemidir. Öncelikle borçlu temerrüde düştüğünde alacaklı yasal faizini talep eder ve bu faiz alacağın gecikmesiyle ilgili asgari tazminat niteliğindedir. Ancak enflasyon farkı gibi faizle karşılanamayan bir zarar varsa, alacaklı bunu munzam zarar olarak ayrıca talep edebilir. Yani munzam zarar, faiz yerine geçen değil, faize ek olarak istenen bir tazminattır. Mahkeme hesap yaparken, alacaklıya ödenen temerrüt faizini dikkate alır ve onu aştığı ölçüdeki zararı ayrıca hükmeder. Sonuçta alacaklı, hem yasal faizini alır hem de kanıtlayabildiği ekstra zararı alır.
Aşkın zarar nasıl ispatlanır?
Aşkın zararın ispatı için somut ve hesaplanabilir veriler sunulmalıdır. Genellikle bilirkişi incelemesi ile ispat yapılır. Alacaklı, borcun geç ödenmesi nedeniyle uğradığı maddi kaybı gösteren deliller getirir: Örneğin ilgili dönem için enflasyon oranları, faiz oranları, kur farkları, kendi finansal durumu ile ilgili belgeler, varsa gecikme yüzünden katlandığı ek maliyetlerin (kredi faizi, cezai şart vs.) belgeleri gibi. Bilirkişi, resmi ekonomik verileri dosyaya giren tarihler arasında uygulayarak alacaklının parasının satın alma gücündeki azalmanın miktarını belirler. Önemli olan, zararın faiz ile karşılanamayan kısmını rakamsal olarak ortaya koymaktır. Yargıtay, enflasyon ve kur artışı gibi genel olguların tek başına yeterli görülmeyeceğini, bunların davacının durumuna uygulanarak somut bir zarara dönüştürülmesi gerektiğini belirtmiştir. Dolayısıyla, “enflasyon yüksek zarar ettim” demek yerine, “şu tarihte alacağım X TL idi, param Y süre sonra ödendi, bu sürede enflasyon %... oldu, paramın reel değeri şu kadar düştü, faiz de bunu karşılamadı, fark Z TL’dir” şeklinde bir ispat sunulmalıdır. Bu da çoğu zaman uzman bir bilirkişi raporu ile mümkün olur.
Her davada aşkın zarar talep edilebilir mi?
Hayır, her dava için söz konusu değildir. Aşkın zarar sadece para borçlarında talep edilebilir. Eğer davanız bir tazminat davası veya alacak davası ise ve konusu para ise (örneğin ticari alacak, işçi alacağı, kira alacağı, banka alacağı vb.), borçlu temerrüde düştüğü takdirde aşkın zarar isteyebilirsiniz. Ancak konunuz bir taşınmazın teslimi, bir hizmetin ifası gibi para olmayan bir edim ise temerrüt faizi söz konusu olmayacağından munzam zarar da gündeme gelmez. Para borcu davasında dahi, öncelikle borcun muaccel olması (vadesinin gelmiş olması) ve borçlunun temerrüde düşmüş olması gerekir. Ayrıca her para alacağı için otomatik olarak munzam zarar doğmaz; zararın gerçekten faizle karşılanamayan bir kısmı oluşmuş olmalıdır. Örneğin istikrarlı düşük enflasyon dönemlerinde faiz alacağın kaybını büyük ölçüde karşılıyorsa, aşkın zarar oluşmayabilir. Bu nedenle her para alacağı davasında talep edilse bile, mahkeme somut koşullara göre aşkın zararın gerçekten doğup doğmadığını inceleyecektir. Son olarak, ceza hukuku veya boşanma gibi tamamen farklı konulu davalarda munzam zarar kavramı uygulanmaz; bu kavram borç ilişkilerinden kaynaklanan para alacaklarına özgüdür.
Munzam zarar için ayrı bir dava mı açmak gerekir?
Duruma göre değişir. Eğer ana alacakla birlikte munzam zararın miktarı kabaca hesaplanabilir durumdaysa, aynı dava içinde talep edilebilir (hatta TBK m.122 hâkime bunu birlikte karara bağlama imkanı tanır). Uygulamada ise çoğu alacaklı, önce ana alacağı ve faizini tahsil edip, daha sonra ne kadar ek zarar kaldığını netleştirerek ikinci bir dava açmayı tercih ediyor. Çünkü ana dava yıllarca sürerken enflasyon devam edebilir ve zarar artar; bu süreçte aynı davada bunu takip etmek zor olabilir. Ayrıca yargılamanın başında munzam zarar rakamını tam bilemeyebilirsiniz. Bu yüzden ana davayı kazanıp kesinleştirdikten sonra, tahsil tarihine göre hesaplanmış munzam zarar için ayrı bir tazminat davası açabilirsiniz. Ancak bu ikinci davada, ilk davada faize ilişkin kazanılan haklar ve ödenen tutarlar dikkate alınacağından, arada kopukluk olmamasına dikkat edin. Bazı hukukçular, ilk davada munzam zararı saklı tutmanın ileride ayrı dava açarken daha güvenli olacağını belirtir. Yani mahkemeye “faizle karşılanmayan zarar haklarımı saklı tutuyorum” demek, sonraki dava için faydalı olabilir. Özetle, ayrı dava açmak mümkündür ve yaygındır; ama aynı davada da talep edilebilmesinin önünde engel yoktur, şartlar uygunsa.
Munzam zarar talebinde zaman aşımı süresi nedir?
Munzam zarar, temelinde borcun geç ödenmesinden kaynaklanan bir tazminat talebi olduğu için, genel zaman aşımı süresine tabidir. Türk Borçlar Kanunu’na göre haksız fiil veya sözleşme ihlali kaynaklı zarar taleplerinde kural olarak 10 yıllık zaman aşımı süresi uygulanır (TBK m.146). Munzam zarar talebi de doğrudan bir haksız fiil sayılmasa da, borcun ifa edilmemesinin sonuçlarından biri olarak benzer şekilde değerlendirilir. Yargıtay içtihatlarında, munzam zarar talebinin, alacağın tamamen tahsil edildiği tarihten itibaren 10 yıl içinde istenebileceği kabul edilmektedir. Ancak somut olayınıza göre farklı değerlendirmeler olabileceğinden, zaman aşımı konusunda tereddüt yaşamamak için alacağınızı tahsil eder etmez veya gecikme başlamışsa makul süre içinde harekete geçmek en doğrusu olacaktır.
Sonuç olarak, yüksek enflasyon dönemlerinde alacaklıların “aşkın zarar” kavramını bilmeleri ve haklarını aramaları önem kazanmıştır. Munzam zarar, borcun geç ödenmesi nedeniyle uğradığınız enflasyon kaynaklı kayıplarınızın da tazminini sağlayan önemli bir hukuki imkandır. Ancak bu hakkın kullanılabilmesi için yasal şartların oluşması ve zararınızın doğru şekilde ispatlanması gerekir. Teknik hukuk diline göre ayrıntılı bir konu olsa da, umarız yukarıdaki açıklamalar sade bir dille konuyu aydınlatmıştır. Enflasyonun yüksek seyrettiği bu dönemde, alacaklarınızın değerini korumak için gerek yasal faiz gerek gerekirse aşkın zarar taleplerinizi zamanında ve usulüne uygun şekilde ileri sürmeyi unutmayın. Her somut olay farklı olabileceğinden, benzer bir durumla karşılaştığınızda bir hukuk profesyonelinden danışmanlık almanız da faydalı olacaktır. Unutmayın, borçlar hukukunun bu özel düzenlemesi, enflasyon karşısında alacaklıları korumak ve hak kayıplarını telafi etmek için vardır.
Proaktif Hukuk ve Danışmanlık Bürosu olarak, borçlar hukukuna ilişkin uyuşmazlıklarda müvekkillerimizin haklarını etkin biçimde savunmayı ilke ediniyoruz. Yüksek enflasyonun etkilerini derinden hissettiren bu dönemde, zamanında tahsil edilemeyen alacaklarınızla ilgili aşkın zarar (munzam zarar) taleplerinizi güçlü bir şekilde ileri sürmek, zararınızı doğru hesaplatmak ve hukuki süreci doğru yönetmek büyük önem taşıyor.
Uzman avukat kadromuzla birlikte, hem şirketlerin hem bireylerin hak kayıplarını önlemek için kapsamlı bir hukuki danışmanlık sunuyoruz. Eğer siz de geç ödenmiş bir alacak nedeniyle maddi kayba uğradığınızı düşünüyor ve bu kaybın enflasyon farkı nedeniyle karşılanamadığını düşünüyorsanız, bize ulaşarak hukuki süreci birlikte değerlendirebiliriz.